Adı Yalnızlık, Soyadı Hüzün

Adı Yalnızlık, Soyadı Hüzün

Adı Yalnızlık, Soyadı Hüzün 

Dinlemeyi ve duymayı başarırsanız; evrende her varlığın (hatta her varoluşun ve yok oluşun) sesi olduğunu fark edebilirsiniz. Sabahın erken saatinde ilgi isteyen ev kedisinin, pencere önünde yemlenmeye alıştırılmış güvercinlerin, çiçeklerin büyümesinin, kütüphanede çocukların çevirdiği sayfaların, kayaların kumlara dönüşünün, denizde yosunların dalgalarla sallanışının kendi sesleri var. Mutluluğun ve hüznün de sesi var. Duyuyor musunuz?

Yalnızlığın sesini duymayı başarırsanız yaşam çevrenizde ne kadar çok yalnız insan olduğuna şaşıracaksınız. Bir yalnızlar senfonisi oluşturacak kadar zengin ve çeşitli… Hele yalnızlığın sesinin kalabalıklar içinden süzülüp geliyor olması daha şaşırtıcıdır. Kalabalıklar içinde yalnız olmak… Yoğunluk görüntüleri veren insanlar vardır. Ne çok işleri, ne yoğun koşuşturmaları vardır diye düşünürüz. Çevrelerinde sürekli olarak, değişik kesimlerden insanlar bulunur. Onların da yalnız olabilecekleri nadiren aklımıza gelir.

Adı Yalnızlık, Soyadı Hüzün Kalabalıkta Yalnız

Bazı insanlar vardır; diğerleri ona gıptayla bakarlar. Çok tanıdığı vardır; belki de onu tanıyan bundan da çoktur. İlgi alanı geniştir; herhangi bir konuda söz söylediğinde dinlenir. Bilmediği konuda susmayı bildiğinden, bilgisine ve deneyimine saygı duyulur. Özetle; pek çok insan, onun gibi olmayı özler. Ama ‘insan olan yerde mutlaka sorun vardır‘ kuralı unutulur bu özlemli bakış içerisinde.

Kalabalıklar içinde yalnız olmak, bazı insanların alınyazısıdır adeta. Ama yoğunluk görüntüleri veren insanların yalnızları da vardır. Meşgul görünenler için; ne çok işleri, ne yoğun koşuşturmaları vardır diye düşünürüz. Çevrelerinde sürekli olarak, değişik kesimlerden insanlar bulunur. Onların da yalnız olabilecekleri nadiren aklımıza gelir.

Yalnızlık, paylaşılabilir bir duygu değildir; paylaşılabilse adı yalnızlık olmaz. İçe dönüp baktığımızda; yalnız olmaktan utandığımız, başkalarına ifade etmeye cesaret edemediğimiz dönemler bile olur. Ancak yaşam deneyimimiz arttıkça, yalnızlığın pek çok insanın ortak özelliği olduğunu hayretle fark ederiz. Değişik mekânlarda bir kalabalık olarak bulunduğumuz halde, topluluğumuzun gerçekte tek tek yalnızların toplamı olduğunu kavrarız. Yalnızlık, kader midir? Yalnızlık, kırılmaz ve değiştirilmez bir alınyazısı mıdır? Yalnızlığımızdan kurtulmak için pek çok konuyla ilgilenmemize rağmen, günün herhangi bir anında yalnızlığı duyumsamamız kaçınılmaz bir durum mudur?

Adı Yalnızlık, Soyadı Hüzün İlla ki Çocukluk

Karakterimizin oluşma sürecinde en etkili dönemlerden birisi çocukluk çağımız… İlerleyen yaşlarda anlaşılmaz gibi gelen pek çok özelliğimizin yapı taşları çok erken yaşlarımızda oluşmaya başlıyor. Çocuklukta gelişen bu karakter unsurlarını bir taş temelli yapıya benzetebiliriz. Yapı yükseldiğinde, temel taşlarını göremeyiz ama onlar daima oradadırlar; bina, bu taşların üzerinde yükseliyor. Çocukluğumuzda yaşadığımız olaylar da böyledir. O dönemde yaşadıklarımız ve bu olaylardan edindiğimiz davranış modeli, karakterimizin temel taşları olarak derinlerde bir yerlerde bizi ‘bir biçimde’ ayakta tutmaya devam ederler.

… yalnızlık, ışık ve gölge gibidir. Belki de yaratıcısı çok karmaşık olan bir zoraki seçimdir.

Yalnızlık duygusundan ve bunun olumsuz etkilerinden uzaklaşmak için, gerçekleştirebileceğimiz bazı önlemler vardır kuşkusuz. Yalnızlık, bir yol kavşağı ise burada tercih edebileceğimiz iki yön olabilir. Birincisi; etrafımıza duvar örerek yalnızlığımızı mutlaklaştırabiliriz. Bu durumda; gerçekten bir süre sonra yalnızlık, bir yaşam tarzı haline gelir. Bazı insanlar yalnızlığın hüznü ile yaşamaktan (kendi ölçülerinde) mutlu bile olabilirler. Çevrenize dikkatle baktığınızda, yaşam tarzı olarak yalnızlığı seçmiş insanlar görebilirsiniz. Yalnızlık kavşağından ayrılan ikinci yol ise, yaşamla köprüler kurmaya çalışan seçenektir. Etrafınıza yalnızlığı mutlaklaştıracak dört duvar örmek yerine, yaşamla aranızda yeni köprüler oluşturabilirsiniz.

Yaşamda siyah ve beyaz, ışık ve karanlık, olumlu ve olumsuz, sevinç ve keder daima birlikte var. Siyah olmazsa beyaz da olmaz. Çünkü siyahı beyazla karşılaştırarak, ışığı karanlıkla dengeleyerek tanır ve kavrarız. Foucault’nun söz ettiği gibi “eğer bir kişi yalnız olmayı beceremiyorsa, başkalarıyla bir arada olmayı da başaramaz.” Özetle, yalnızlık; ışık ve gölge gibidir. Belki de yaratıcısı çok karmaşık olan bir zoraki seçimdir.

Gürcan BANGER
Duygu Güncesi

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ

Robot Değilim * Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.