Oyun mu Oyuncak mı?

Oyun mu Oyuncak mı?

Bazen kendi çocukluğumla ilgili bir şeyler aklıma geldiğinde ya da arkadaşlarımla çocukken oynadığım oyunlar hakkında konuşurken müthiş bir keyif kaplıyor içimi. Eski mahallemizde oynadığımız saklambaçlar, yakar toplar, tombikler, çinçanlar, komşunun meyve ağaçlarına tırmanmalar, koşturmacalar, takım kurmalar, sıra beklemeler, tatlı rekabetler geliyor aklıma. Kısacası şu anda okul öncesi kurumlarda ve okullarda öğretilmeye çalışılan pek çok aktivite, değer, kural bizim çocukken oynadığımız oyunların içinde vardı.

Bazen kızıma oyuncak almak için bir dükkana giriyorum ve ne alacağımı bilemeden geri çıkıyorum. Ve şu anda evdeki oyuncaklara baktığımda çoğunun hediye gelmiş oyuncaklar olduğunu görüyorum. Oyuncak seçimi konusunda büyük bir karmaşa yaşıyorum. Ancak şundan eminim ki benim oyun ve oyuncaktan anladığım şeyle, piyasanın bana sunduğu şey arasında büyük bir uçurum var.

Tabii ki günümüz koşullarını benim dönemim insanlarının çocukluk koşullarıyla kıyaslamak doğru olmaz. Ancak yine de oyunun ne anlama geldiğini anlamak açısından o günleri de hatırlatmadan edemeyeceğim. Eskiden annelerin daha çok evde olduğu, teknolojinin bu kadar hayatımızın içinde olmadığı, babaların mesaileri daha belli işlerde çalıştığı bir dönemdi. Dolayısıyla tüm aile üyeleri daha fazla bir arada vakit geçirebilirdi. Televizyonda tek kanalın olduğu, sosyal medya gibi bir dünyanın henüz çok uzaklarda olduğu günlerdi. Başkalarını elbette bilemiyorum, ancak çocukluğumda 4 kişilik ailemizde, akşamları oyunlar oynamak için bir araya geldiğimiz saatler vardı. İki takım halinde bilgi yarışmaları yapar, isim-şehir oyunundaki başlıkları değiştirerek bilimsel, edebi ve tarihi bilgilerimizi sınayacağımız bir hale getirirdik. Okul olmadığı zamanlarda sokak oyunları oynar, hem kanımızda kaynayan enerjiyi atar, hem de keyifle dolardık. Akşamları oynadığımız aile oyunlarında ise zihinsel süreçlerimizi zorlar, daha fazla bilgi edinmenin, daha çok puan almanın yollarını araştırır, kendi sınırlarımızı zorlardık. Bu da hem abimi hem beni daha çok okumaya, daha çok araştırmaya iterdi. İsteyerek, heyecanlanarak okur ve öğrenirdik. Üstelik benim ebeveynlerim ilköğretim mezunu iki insandı. Ancak her ikisi de vizyonerdi, bizim okumamızı, kendimizi geliştirmemizi istiyordu. Ve bu nedenle her zaman savunurum ki çocukları iyi yönlendirebilmek için çok ileri seviyede eğitimler almış olmaya gerek yok.

Şimdilerde teknoloji çok ilerledi ve daha ne kadar ilerleyebileceği konusunda hiçbir fikrim yok. Ekonomik gerileme ve ihtiyaçların artmasıyla birlikte anne babalar evlerinden, çocuklarından daha uzak kalmaya mecbur kaldı. Buna paralel olarak yeni doğan neslin ihtiyaçları da farklılaştı. Artık daha bilinçli, daha talepkar, daha akıllı bir nesil dünyaya geliyor. 6 aylık bebekler işaret parmağıyla ipad ekranına dokunulacağını biliyor. Öyle ki yeni nesil işaret parmağına “ipad parmağı” diyor.

Teknolojinin hayatımıza yerleşmesi ile birlikte eskilerde aktif katılım gerektiren pek çok oyun yerini bilgisayar ve internet oyunlarına bırakmış durumda. Şimdi isterseniz biraz da oyunun (oyuncakların değil), çocuklar için neden önemli olduğunu konuşalım.

Daha önceki yazılarımdan bazılarında da belirtmiştim. İnsan evladı beyinsel gelişimini tam olarak tamamlayamadan dünyaya gelir. Ve beyin gelişiminin çok büyük bir kısmı ilk 2 yılda tamamlanır. Öğrenme ve hücreler arasındaki bağlantıların çoğunun tamamlandığı, pekiştirildiği dönemdir ilk 2 yıl. 2-6 yaş arasında beyin gelişimi devam etse de ilk 2 yıldaki kadar hızlı değildir. Psikolojik anlamda yorumlarsak, bilinçaltı sandığı anne karnında oluşmaya başlar ve ilk 2 yıl içinde sandığın çoğu dolar.

Keyif duygusu insanın doğasında olan bir duygudur. İçgüdüsel olarak acıdan kaçınan, zevke yönelen bir doğamız vardır. Ve bebekken yaşadıklarımız kişiliğimizi bu iki uç arasında bir yerde şekillendirir. Günümüzün kaygılı annelerinin kaçırdığı çok büyük bir nokta vardır. Daha anne karnından başlayarak, çocuğuna en sağlıklı kıyafeti giydirmeye, en konforlu puseti ve bebek arabasını almaya, en saf, en doğal gıdaları tüketmeye, en acısız, en yan etkisiz(!) aşıları yaptırmaya, en çok ilgilenen, en çok dinleyen doktoru bulmaya, zekayı en çok geliştirmeye yarayan oyuncakları almaya çalışan anneler çok büyük bir noktayı gözden kaçırıyorlar: “En”lerin olduğu her yerde gizlenmiş büyük bir kaygının ya da sinsi bir korkunun olduğu gerçeğini… Ve kaygıyla, korkuyla yapılan her davranışın bebeklerimizi rahatlatmak yerine daha da kaygılandırıp, korkutacağını…

Çok basite indirgemek gibi olsa da insan doğasının oluşumu, biraz mizaç (bebeğin kendine özgü davranışları), biraz adrenalin ve biraz da opioid karışımıdır. Mizaç konusuna belki pek bir şey yapamayız. Ancak benim gözlemim pek çok anne-babanın baş edemediği bir durumla karşılaştıklarında suçu doğrudan mizaca attıklarıdır.

Adrenalin, kaygının ve heyecanın hormonudur. Bedende uzun süre kalması zihinsel aktivitelerin gelişimini, rahatlamayı engeller. Adrenalin doğası gereği aniden pompalanan, hemen işini yapıp gitmesi gereken bir hormondur. Görev adamıdır yani. Eğer gereğinden fazla görev başında kalırsa huzursuzluk çıkarır. Mesela uyutmaz; mesela rahatlamanızı engeller, mesela sürekli kaygılı ve tetikte kalmanıza neden olur, mesela sürekli yorgun hissetmenize neden olur. Bebeklerde olan ve yukarıda yazdığım “acı” boyutu tam olarak budur. İnsanın acıdan kaçan doğası sürekli adrenalinle yaşamayı istemez. Yaşamak zorunda kalırsa tükenir. Kaygılı ortamlarda büyüyen bebeklerin zeka gelişimleri gerçek potansiyeline ulaşamaz, öğrenme süreci adrenalinden olumsuz etkilenir.

Opioidler ise en keyifli hormonlardır. Bedende bulunan doğal ağrı kesiciler, doğal morfinlerdir. Bunlar insandaki keyif duygusunu yaratırlar. Ve opioidler asla adrenalinin olduğu ortamda bulunmazlar. Adrenalin gelirse hemen mekanı terk ederler. Bebek büyütürken dikkat edilmesi gereken en önemli denge bu dengedir aslında. Pek çok anneye anlatmaya çalıştığım şey budur. Karnı doymuş bebek, gazı çıkmış bebek, iyi uyumuş bebek, sevilen bebek, istenmiş bebek, bir aşkın meyvesi olarak dünyaya gelmiş bebek, huzurlu bir ortama gözlerini açmış bebek, doğma eylemine saygı duyulmuş bebek, nasıl doğacağına kendisinin karar vermesi beklenen bebek bedenindeki opioidlerin etkisiyle, keyif dalgaları içinde yüzer. Yukarıdaki maddelerin hepsinde doğrudan katkımız olamayabilir. Ancak yine de anneler olarak bebeklerimize bunları sağlamakla yükümlü olduğumuza inanıyorum.

Yapılan araştırmalar opioidlerin en çok oyun sırasında salgılandığını gösteriyor. Bakın, oyun oynadığınızda nelere katkıda bulunuyorsunuz:

  1. Öncelikle saatlerdir sizi bekleyen çocuğunuzla kaliteli zaman geçirmiş oluyorsunuz. Çocuğunuz, siz onunla vakit geçirdiğinizde kendisini daha değerli hissediyor. “Benimle ilgilenen bir ailem var, değer görüyorum” duygusu burada oluşuyor. Ebeveyn ile çocuk arasındaki bağ güçleniyor. Tek dünyası oyun olan çocuğunuzun dünyasına giriyor ve onun en özel dünyasında var olmaya çalışarak onu çok mutlu ediyorsunuz. Bunun karşılığında da o da yetişkin doğasını ve ihtiyaçlarını anlamaya çalışıyor; sizi daha çok dinliyor ve iletişim kurmaya daha açık bir çocuk oluyor.
  2. Çocuklar oyunlar aracılığıyla yaşamdaki pek çok kuralı, değeri öğreniyor. Dengeli bir sosyalleşme için oluşması gereken kurallar oyunlar aracılığıyla içselleştiriliyor. Saygılı olmak, sıra beklemek, yenilgiyi kabul etmek, yenildikten sonra yeniden oyuna başlamak, birinciliğin geçici olabileceğini görmek, takım olmak, birlik olmak, empati kurmak, duyguların önemini anlamak, isteklerini erteleyebilmek, starateji geliştirmek, kendi olumlu ve olumsuz yönlerini görmek, eksiklerini gidermeye çalışmak, iç motivasyonunu yüksek tutmak gibi, günümüzde “nitelik” olarak aranan şeylerin pek çoğu, oyun sayesinde, ekstra çaba göstermeden insanın içine işleyebiliyor.
  3. Yaşa uygun oyunların, bebeklerin ve çocukların zeka gelişimine çok olumlu katkıları vardır. Seçilen oyunların çocukların kendilerine güvenini sarsacak kadar üst seviyede olmaması, çabucak çözebileceği kadar basit olmaması gerekir. Çocuğun ilgisini çekecek, sıkılmadan vakit geçirtecek, onu keşfetmeye ve öğrenmeye teşvik edecek oyunlar olması gerekir.
  4. En önemlisi oyundan alınan keyif opioidlerin salgılanmasına neden oluyor. Bu sayede bebekler ve çocuklar daha keyifli, daha huzurlu ve daha rahat oluyorlar. Tabii ki çocuğun ağladığı huzursuzlandığı anlar olur ancak, opioid ağırlıklı bir yaşamı olan çocuk kaygılı ve huzursuz olduğu durumlarla daha kolay baş edebilir ve “tantrum” dediğimiz sinir krizlerini neredeyse hiç yaşamaz.
  5. Burada değinmek istediğim bir başka önemli nokta da şudur. Çocuk için oyuncak değil, oyun önemlidir. Bu yazıda yazdığım şeylerin kazanımı çocuğun yalnız başına oynadığı oyuncaklarla değil, ilk yıllarda aile üyeleriyle, sonrasında arkadaşlarıyla oynadığı oyunlar aracılığıyla kazanılır. Eviniz milyonlarca oyuncakla dolmuş taşmış olabilir. Hiçbirisi bir kavanoz kurufasülyeye anneyle birlikte el sokmak kadar keyifli olmayacaktır. Dünyanın en çok zeka geliştiren oyuncağını alabilirsiniz, ancak hiçbir oyuncak bir müzik eşliğinde ritmi dinleyerek dans etmek kadar öğretici olmayacaktır.
  6. Oyunların kuralları vardır elbet. Ancak bu kurallar yine çocuğun yaşına göre esnetilebilir. “miş gibi oyun oynama dönemi” içinde olan bir çocuk, bir çatalla uçak diye oynayabilir. Burada ebeveynlerin çocuğun oyununu bozması (aaaaa o hiç uçak olur mu, bildiğin çatal bu!), onun hayal dünyasına ve yaratıcılığına vurduğu ölümcül bir darbedir. Oyun oynarken daha çok onların rehberliğinde kalmak, onlara uyum sağlamak; bununla birlikte (eğer fırsat var ise) tek bir noktanın üstünde durarak oyunu oynamak etkilidir (sıra beklemeyi öğretmek istiyorsanız eğer, tüm oyun boyunca sadece sıra beklenilmesi gereken anlara müdahale etmek gibi).

Buradan anne babalara sesleniyorum: lütfen şimdi bir an durun ve çocuklarınız ve bebekleriniz için ne yapıyorsunuz bir bakın. Onların temel ihtiyaçlarını karşılamak öncelikli görevimiz olsa da, yaptığınız şeyi keyiften mi yoksa kaygıdan mı yaptığınıza karar verin. Size en büyük tavsiyem kaygıdan kaynaklı yaptığınız her şeye bir süre mola verin. Eğer mecburi bir süreç içerisindeyseniz, bu süreçte kaygınızı azaltacak alternatifler bulmaya çalışın. Tek bir yöntem, tek bir ürün, tek bir çözüm yoktur. Bir bebek ya da çocuk büyütürken yaşadığınız durumlara pek çok farklı yöntem ve alternatif çözüm vardır. Kaygı dolu çözümleri omuzlayıp süreci çıkmaza sokmaktansa, hem kendinizi hem bebeği rahatlatacak alternatifleri araştırın. Özellikle bebek büyüten ebeveynler için söylüyorum, bebeğiniz büyüdükçe her şey daha kolay bir hal almayacak. Şu anda mizaç-adrenalin-opioid üçlüsünden nasıl bir karışım oluşturduğunuza bir bakın. Çünkü bu karışım sizin uzun yıllar yaşayacağınız ilişkinizin temelini oluşturacak.

Yazımın amacı sizleri daha da kaygılandırmak değil. yazımın amacı kaygılandığınız şeylere bakmanızı sağlamak. Bir evlat büyütürken odaklanmanız gereken en büyük duygu keyif duygusudur . bu duyguyu yaşatacak, pekiştirecek, güçlendirecek aktivitelere hayatınızda yer açın. Sizi bu duygudan uzaklaştıran her şeyi de hayatınızdan çıkarmaya çalışın. Pek çok ebeveyn çocuklarıyla nasıl etkili zaman geçireceğini bilmiyor. Bunun en kolay yolu onlarla doğdukları andan itibaren oyun oynamaktır. Her yaş için oynanabilecek oyunlar, yapılacak aktiviteler vardır.  İlla ki sosyal medyayı kullanacaksanız, ne oynayacağınızı araştırmak için de zaman ayırabilirsiniz diye düşünüyorum.

Hepinizi sevgiyle kucaklıyorum

Zeynep’in Annesi Sibel Sönmez

 

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ

Robot Değilim * Time limit is exhausted. Please reload the CAPTCHA.